Haluk abi gençliğinde ne
golcüydü be. Adam her alanda başarılıydı. Bir tek futbolda başarısız oldu ömrü
boyunca. Ona taktığımız golcü lakabını çok büyütmeye gerek yoktu aslında. Çünkü
golcü kelimesi, ya toprak saha da, ya da yeşil sahalarda olurdu. Onun bulunduğu
konum apayrı bir yerdeydi. Mahallenin en atlangoç adamıydı. Mükemmel bir
özgüvene sahipti. İşinde gücünde değildi fakat insan ilişkilerinde zirveye
oynardı. Kendisiyle birkaç kez mahalle maçlarına çıkmıştım. Öyle mahalle maçı
dediğim 10 tane adamın peşinden koştuğu(5 er kişiden yapardık maçları), bir meşin yuvarlağı, 3 direk arasından
geçirmece oyunu falan değildi. Çoğu kez yenilirdik ama hakkımızla yenilirdik.
Haluk abi mahallede en
dikkat çekici tiplerden biriydi. Mahallenin gençlerini korur, kollar, yukarı
mahalleden gelen çocukları kovalardı. Muhtarın hemen yan sokağında bulunan babadan
kalma bir çay ocağı vardı. Bize her Salı o çay ocağının, hemen yolun kenarına
gelecek şekilde bulunan taburesine oturup, sıcak çikolata eşliğinde hikâyelerini
ve ‘’güzel golün şikesiz olmayacağını’’ vurgulardı. Haluk abi’ye saygımızdan dolayı
o cümlenin ne anlama geldiğini soramazdık. Biz de o zamanlar genciz tabi. Böyle
gönül işlerinde tecrübesiz, gördüğü güzel kıza çabuk kanan, hayatı ve tam
anlamıyla kavrayamadığımız, acımasız gerçekleri bulutların üstünde yaşayan
tipleriz. O zamanlarda evren adında bir arkadaş vardı aramızda. Duygusal bir
çocuk. Duygularını yoğun yaşayan, arkadaş ortamımızda fazla söze girmeyen bir
çocuk. Üstelik güzel giden bir ilişkisi de vardı. Gerekte duymazdı böyle
şeylere. Bizle birlikte bulunduğu ortamda, çoğu zaman aklı zeynep’teydi. Onu çok
seviyordu. Erken kaybeden gençlerin arasında, tek kazandığını düşündüğümüz bir arkadaşımızdı
evren.
Bir gün yine güneşli bir Salı
gününde haluk abi’nin çay ocağına çöktük. Oturduğumuz taburelerin hemen
yanında bulunan gazoz kasasına oturan evren, biraz ağlamaklı görünüyordu. Hiç alışık
olmadığımız bir durumdu. Evren rahata düşkün bir çocuktur. Gazoz kasasının
üstünde ne işi vardı. O sırada evrenin bu mutsuzluğu haluk abi’nin dikkatini
çekmiş olacak ki, bana bakıp evreni göstererek ne oldu dercesine bir kafa
salladı. Hemen yanımda oturan evrene dönerek ‘’ne oldu lan, neyin var’’ dedim. O
da haluk abi’ye dönerek, ‘’ağbi Zeynep’in yanında bir çocuk gördüm, aldatıyor
beni’’ dedi. Herkes çok şaşırmıştı. Evren’in ne kadar iyi biri olduğunu hepimiz
çok iyi biliyorduk ve aldatılan en son kişi o olurdu. Evren bunu hak etmemişti.
Her zaman yardımımıza koşan ve bizi kollayan haluk abi, her zaman ki gibi
kendinden emin bir şekilde, ‘’olum bize atılan her golde bir şike vardır, biz
şikesiz gol yemeyiz. Biz ne kadar iyi olursak olalım, en sonunda kaybeden taraf
şikeli golü yiyen taraftır. Ancak george best olmalıyız ki, golü atan taraf biz olalım’’ dedi. Sözlerini tamamladıktan sonra, şiddetli bir
şekilde fokurdayan ocağın başına gitti.
İşte o
zaman aklımıza dank etmişti. Her atılan golde bir şike olduğunu ve hakemin adil
bir şekilde maç yönetmediğini çok iyi anlamıştık..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder